22 Ekim 2010 Cuma
Fenerbahçe - Galatasaray Medikal Park 75-58 (Salondan İzlenimler)
İstanbul içinde kapalı basketbol salonlarında yarı yarıya mücadeleleri görebilen son kuşaklardan olunca ayağımıza kadar gelmiş bu fırsatta nasıl bir atmosfer olabileceğini tahmin edebiliyordum. Derbinin sonunu göremeyebiliriz ama keşke herşeye rağmen maçı adam gibi bitirsekte, kulüp ve emniyet idarecilerine karşı "bundan sonra ki basketbol derbilerini böyle atmosferlerde oynamak istiyoruz" diye taraftarların eline bir koz geçiverse diyordum. Karşı tarafın son periyottaki tavırlarıyla bir daha ne zaman görürüz bilmiyorum. Ülkedeki bu yönetim anlayışı yanında taraftarların bu saçmalıklarıyla artık voleybolda da ilk fırsatta rakip seyirciyi almamak için fırsat kollayacaklardır.
Salona Zeytinburnu otobüsüyle gelip döner kavşakta indikten sonra dört kişi yürüyerek gidiverdik. Galatasaray tarafı önünden geçmek gerekecekti ama anlaşıldı ki emniyet dikkatli bir şekilde önlemlerini alıp yönlendirmeleri yapmaktaydı. Dışarda minimum temas için aşırı ve abartılı bir çaba sarfediyorlardı. Yol boyu belli aralıklarla duran polisler salona yaklaşınca artıverdi. Topkapı yönünden salon önüne gelen trafikte ilk giriş kapısı gs taraftar ve takımı için araç otopark girişiydi. Ancak maça gelmek için taraftarların toplandıkları uzak noktalarda falan yolda denk gelenler belki birbirlerine sataşabilmiştir.
Maça bir buçuk saatten fazla vardı ve emniyet barikatları yolun merdivenlerle kesiştiği noktadan itibaren yerleştirilmişti, iki tarafın kullanacağı gişeler arasında da uzak mesafeler bırakılmıştı. Gişelerin dibinden salon önündeki alanla arada gene bir polis kontrol noktaları ve bariyer kesintileri ile yani salon dışındaki bölge bizim için üç parçaya ayrılmış haldeydi.
Yürüyerek önünden geçenlere sataşmaya fırsat bırakmayacak şekilde polisler aralara sokulmuştu. Bizim tarafa gelince erken gelmiş olan 100 kişi kadar kalabalığın yola yakın kaldırımın orada birikip uzak tarafı izlemekle meşgul olduğunu gördüm. Bizim takım ve taraftar otopark girişi olan kısımda zaman geçtikçe birikmeler artıyordu. Arada bir karşı taraftaki kaldırımdan geçen sarı kırmızılılar oluyordu, bir kısmı formalarını çıkarmış ellerinde gizleyerek geçerken, bir kısmı daha rahat kızlı erkekli geçip gidenler oluyordu. Herhangi bir laf atmaya kalkışan biri olduysa polislerden biri hemen orada bitip alevi söndürüyordu. Genç Fenerbahçelilerin baş isimleride buralardaydı, emniyet amiri Tufan ile amigo Yücel'in konuştuklarını gördüm. Amigo Sefa, Mami, İbrahim gibi bir sürü isimde dışarda birikenlerin arasında kendi aralarında konuşuyorlardı.
Bir müddet sonra sahil tarafından gelen bir grup gencin boynunda sarı kırmızı atkılarla bizim taraftarların arasına gelenler dikkat çekmeye başladı. Bu nasıl iş derken meğersem NKCVAS, .bne galatasaray yazan atkılarmış. Bu renk tezatlığı polislerinde dikkatini çekince nedir bu atkılar açın bakayım dediler. Sonra Tufan amir sinirlenip hepsinin atkılarını toplattırmaya başladı, ağzını açanlara copunun tadını hatırlatacağını gösterdi. Bu aralarda karşı tarafa uzaktan el kol yapan birilerini de kalabalığın içinden alıp otopark tarafına doğru götürüverdiler.
Salon kapıları biz geldiğimizden beri erkenden açılmıştı, emniyetin niyeti de mümkün olduğunca kısa sürede dışarda bekleyenleri içeri tıkıştırmak olduğundan abartılı tavırlarla kalabalığı koyun sürüsü gibi yönlendirmeye başladılar. Emniyet Amiri grup liderleriyle olan muhabbetinden midir nedir fazla tepki görmeden sürüyü copuyla tehdit ede ede bir o köşeye bir bu köşeye toplamaya başladı. Yola taşarak bekleyenlere sinirlenip herkes içeri girsin diye diğer polislerle sıkıştırmaya başladı.
Bu iş o kadar bunaltıcı olmaya başladı ki, hiçbirşey yapmadan yanınızdaki tanıdıklarla konuşmaya fırsat bırakmıyorlardı. Elinde kamera olan emniyet görevlisi bir yandan bakın burada bir olay çıkarda kameraya yakalanırsanız sonra maça da giremezsiniz, siz içeri girin bekleyin falan diyordu da biz daha gelecek arkadaşlarımız var onları bekliyoruz diye cevaplıyorduk. Bu sefer Tufan amir o zaman geçin bariyerlerin arkasında bekleyin diye zorla oraya sokuverdi. Herkesi ufak bir ön aramayla bariyerlerin ardına ilk bölgeye sokuverdiler ama herhalde hala rahatlayamamıştı ki milletle uğraşmaya devam ediverdi. Ben yukarı çıkmış bu komediyi izliyorken bir otobüsün hemen dibimizden giriş için döndüğünü gördüm. Takım otobüsü olduğunu anlayınca alkış tutmaya başladık, herkesin toplu halde oraya ilgisi yönelince alkışlar iyice yükseldi, oyuncuların da yüzleri gülüyordu, el sallayarak karşılık veriyorlardı, Taurasi el sallarken Birsel'in de oturduğu diğer cam tarafından kalkıp bize doğru alkış tuttuğunu gördüm.
Bu arada salonun gişelerine bakınca 5 liralık bilet satışlarının devam ettiğini gördüğümde salonun tam dolmayacağı endişesini iyice hissettik. Sürünün içindeyken duyduklarımızda karşı tribününün otobüslerle toplu halde geldiğini görenler anlatıyordu. Tabii bu meselede bilet-ulaşım kombinasyonuna destek almışlar mıdır bilmiyorum, buna rağmen bizim tarafta hadi bir yönetim desteği olsun yada olmasın yahu 5 lira bilet ile 4000'e yakın kişinin salonu dolduramaması gibi bir vaziyet eskiden olur muydu diye aramızda tartışmaya başladık.
Biz gişelerin orada kalabalık sürüden de Tufan'dan da biraz uzaklaşıp rahat nefes alalım derken, bu sefer başka polisler işgüzarlık yapmaya başladı. Diğer tarafta Tufan amir gene copunu kullanarak sanki sürüsünü güten çoban gibi milleti bir köşeye toplamakla meşguldü, bir çoban köpekleri eksikti yani. Bir ara o kalabalıktan birinin polis tarafından alınması gibi bir sıkıntı olunca oralarda ufak bir gerginlik yaşandı. Bizim oradan tam net gözükmüyordu ama karşı tarafta da aynı muamele var mıydı bilmiyorum. Çobanımız gene bizim yanımıza gelip ya içeri girin ya da oraya diğerlerinin yanına geçin deyince biraz tartışıp, yeter diyerek en iyisi çıkalım otoparkın oraya gidelim dedik. Gelecek olan arkadaşı bekliyordum, bileti bizdeydi hemde arabasına çantamı bırakıp salona girecektim çünkü içeri girenlerden sıkı arama yaptıkları duyumları gelmişti.
Saat yediyi geçiyordu ve otoparkın orada nihayet sürüdende çobandan da uzaklaşıp biraz nefes alma fırsatı bulduk, içeri giren taraftarların karşılıklı atışmaları duyulmaya başlanmıştı. Tabii bizim dışarda durduğumuz yer Fenerlilere yakın olan kısım olunca onların seslerini yapılan tezahüratlardan anlıyorduk, sahaya ısınmaya çıkan takımlar olduğu yoğun ıslıklardan belli oluyordu. Amigo Yücel'in de sık sık git gel yaptığı göze çarpıyordu, gruptan gelen çocuklara kaç kişi geldiniz, pankartlar nerede falan diye soruyordu, anlaşılan araba bagajında duran pankartları sokmaya uğraşıyorlardı ama emniyetin aksi yönde kararı vardı.
İçerde ortam maç öncesi ısınmaktayken, biz dışarda gelecek arkadaşları bekliyorduk. Çağlayan meydanında düzenlemelerden dolayı kapanan yollar olunca trafikte kilitlenmiş, gelmeleri zaman aldı. Diğer yandan Fenerbahçeliler Derneği'nin de Kadıköy'den otobüsle geleceğinin haberi gelmişti ama o sıralarda hala köprüde trafikte kaldıklarını duymuştuk. Zaten Alper ağabeyler içeri girebildiklerinde anca maç başladıktan az sonra yetişebildiler.
Artık bizde içeri girelim dedik maça 15 dakika falan kalmıştı, herhalde bench arkasında dolmuştur şimdi yer olarak sıkışmak gerekecek diye düşünüyorduk. Bunca sene maça gittiğim halde futbol dahil ilk defa ayakkabılarımın çıkartılmasını istendiğim bir arama yapılıyordu. Zaten çantamı falan araba bagajına bıraktığımdan hızlı bir arama oluverdi, içeri girince salonu gören ilk kısımdan bir bakış attık ki, benchler arasında kalan bölge iki taraflı polis kordonuyla ayrılmış , ortasına da geniş bir kupa pankartı yerleştirilmişti. Ben bunu ilk başta gs arması ile morlu bir fonda afiş görünce galatasaraylılar daha erkenden girip oraya bunu yerleştirmişler zannettim. Onların tarafına bakınca pota arkaları dolu bench arkası çaprazları bayağı dolu ve sınıra yakın birikmiş halde ayakta duranlar vardı.
Bizim bench arkasına doğru gideceğimizden tribünün içinden geçmektense, koridora çıkıp oraya dönelim dedik. Zira tribün içi alt ve üst arası tıklım tıklım doluydu, geçilecek ara yoktu,böyle görünce bizim tarafı da bayağı kalabalık zannediverdim. Taa ki bizim her zaman gittiğimiz bench arkası alt çapraz tribünün nasıl olduysa o kadar az süre varken boş olduğunu görünceye kadar. Maça 10 dakika kadar vardı ve en ön sırasına kadar boştu. Üst kısımda koridordan yukarıya doğru birikmiş bir grup vardı onlarda maç başlarken durdukları yerden aşağıya geldiler.
Bulunduğumuz konumdan bir daha salonu inceleyince sayıca az olduğumuz belli oluyordu. Bizim pota arkası doluydu ama yanlara doğru boşluklar vardı ve bizim bench arkasının üstleri ile protokolün yan tarafında bize ait olan kısımda boşluklu halde taraftarlar vardı. Diğer tarafa göz atınca ise onların protokol yan tarafındaki kısmı daha doluydu, bunun yanısıra maraton tribünündeki güvenlik boşluğu sınırına konuşlanmış yaş olarak ortalama üstü bir kitlede göze çarpıyordu. Maçın başlamasıyla salon yükünü çektikten sonra benim tahminim onların 4/5 oranı dolu olsa bizimde 3/5 gibi birşeydi. Aşağı yukarı 3250 vs 2500 olabilir diyorum. Alper ağabeylerin otobüs daha da gecikse bizim bench arkası kısım daha güdük kalabilirdi çünkü bu yukardan aşağıya inen grup çok garip tavırlar içindeydi, pota arkasından idare edilen tribüne bazen uyup bazen uymadıkları oldu.
Bench arkasına yakın olunca ortamı inceledikten sonra bizim oyunculara, kimin kadroda olmadığını görmeye odaklandım. Hemen önümüzdeki saha içi koltuklarda eşofmanıyla oturan Anna Vajda'yı seçmek zor olmadı, artık sakatlık sonrası yürüyebilir durumda gördüğüme sevindiğim Begüm onun yanındaydı. Uzak taraftaki saha içi koltuklarda galatasarayın kadroya almadığı pivotları haricinde bayan voleybol takımı oyuncularından da bir zamanlar bizim formamızla ağlayıp şimdi onlara ablalık yapan özlem özçelik'i de oturanlar arasında gördüm.
Bizim bulunduğumuz kısımda üstten gelenlerin sürekli önlere yığılmasıyla iyice sıkışıverdik, zaten ilk periyodun uzun bir kısmı bu yerleşim problemiyle geçti. Sanki kendi koltuklarında dursalar tribün yapamıyorlarmış gibi sıkıştıkça, enerjinin bir kısmını üstüne yığılanları dengeleyebilmekle harcayan benim gibiler daha da yoruldu, bana göre herkes yerinde doğru düzgün dursa daha rahat organize olunabilirdi, zaten ilk periyottaki bizim tribündeki tutukluk rakip tarafın daha erkenden yerleşip kalabalık kuvvetle icraata başlamasındandı.
Takım kadroları anonscu tarafından okunurken bizim pota arkası tribün amigoları yerlerini almıştı. Sahaya yakın olan sette amigo Yücel ve Ercan varken, biraz yukarılara bakınca alt ve üst kat arasındaki koridor kısımda amigo Sefa ve beraberindekiler vardı. Onların üstündeki kısma setin oraya konuşlanmış bir grup GFB'li daha vardı. Maç içinde zaman zaman karşılıklı tezahüratlar alt üst burayla yapıldı. Her ne kadar pankartlar falan olmasa da pota arkasının sağlı sollu farklı noktalarında gene değişik gruplardan kümeleşmeler göze çarpıyordu. Bizim salon tribünlerinde alışıldığı şekilde kimi zaman setin önünden veya orta ve üstten tezahürat başlatıldığı gibi, kimi zaman da pota arkası kitlenin bu farklı noktalarında kümeleşmelerden çıkan tezahüratlar o an ritme uygun giderse genele yayılarak sürdürülüyordu.
Bizim takım kadroları okunurken önce oley çekerek başladıysakta diğer taraftar yükselen yoğun ıslığı bastırmak için sürekli alkışa dönüverdik. Hava atışı öncesi geri sayımla laylay kasap havası yaptığımız halde maç henüz başlamamıştı, bu sefer rakip taraf üçlü çekiverdi. Onların sessizleştiği anda hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.... diyerek bağırmaya başladık. Karşılıklı tribün kapışmaları onların kalabalık olmasının bize verdiği sıkıntıyı ilk anda hissettirdi. Zira maç başladıktan sonra biz tezahürat edelim derken bizim takımın hücumu sırasında çok güçlü bir şekilde ıslıklıyorlardı. Bu birkaç hücum daha böyle sürdü, bizim bench arkasındaki kısımdan pota arkasının ne tezahürat ettiğini duymakta güçlük çekiliyordu. Top onlara geçtiğinde ise bizim taraf ıslıklama girişiminde bulunmadı, ilk etapta bu kalabalığa karşı tezahürat etmeye odaklanmışlardı.
Top tekrar bize geçtiğinde rakipten gene müthiş bir uğultu kopup bizim tezahüratı yutunca yanımdaki arkadaşa eyvah dedim, bu maç böyle başabaş giderse çok işimiz var. Tam manasıyla toplu halde tezahürat edebildiğimiz ilk manevrayı yoğun bir alkışla başlatıp ...darağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe... tezahüratını girmemizle becerebildik. Maç başabaş gidiyor ve arada bir top kayıpları hatalı yürümeler falan yaptığımızı görüyordum. Rakip tribüne göz atınca protokol yan tarafındakilerinde ayaklanmış halde tezahüratlara katıldığı oluyordu, ama bizim eş bölgelerdekiler ise daha dağınık oturuyor ve çoğunlukla maçı takip etmekle yetiniyordu. Pota arkasının horto magiko girişiyle kol hareketleri ve alkışlarla hafiften performans tutmaya başladık.
Tabii maçın öncesinden beri başlayan karşılıklı atar gider hareketler, bilhassa güvenlik boşluğu sınırındaki grupla devam ediyordu. El kol işaretleri, kelle kopartmalar gırla gidiyorken bizim olduğumuz bench arkası üstlerindeki kısımda polisin orada birikenlerle bir tartışması oldu. Bunu gören uzak taraftakilerden alevlenip tank gibi etrafı dağıta dağıta oraya gelen birkaç kişi olunca yerlere düşüverdik, zaten bu açılır kapanır koltuklar üstünde sörf yapar gibi denge kurmakla da uğraşılıyor.
Oralar kısa sürede sakinleşip tekrar işimize dönüverdiğimizde periyot ortasından itibaren üç alkış tempolu Fenerbahçem sen çok yaşa yapmaya başlamıştık. Bunu akıllıca davranıp karşılıklı iki parça halinde yapmaktansa hep birlikte bütün halinde uzun süre yapınca nihayet salon içi dengeleri kurabildik. Rakip tribün gene bizim hücumları ıslıklamaya niyetleniyorsa da, periyot ortasından itibaren vazgeçip beste girmeye başladılar. İlk periyot sonlarına doğru skor üstünlüğünü ele geçirip takım benche gelirken Fener-bahçe oley diye bitiriverdik. Daha maçın ilk periyotu bitmişken ter içinde kalmıştım, sesimin kısılmasına sebep oluyor diye iki gündür astım ilaçlarımı kullanmadığım halde vaziyet pek iyi görünmüyordu.
Tabii periyot bitiyordu ama tribün boş durmuyordu, bir yandan tezahüratlar devam ederken iki tarafta da gerilimi tırmandıranlar mevcuttu. Bize yakın olan galatasaraylılar tezahürat başlatacak kadar kalabalıktı ki, sürekli bizim tarafa yönelip yansıttıkları coşkuları fark yavaştan açılmaya başladıkça içlerinde patlamaya başladı, az önceki canavar yüzleri 10 dakika sonra inceleyince sahaya endişeyle bakıp tırnaklarını kemirir haldeydiler. İkinci periyot tezahüratlarımız tam ritmini bulmaya başladı, sayı buldukça artan bir coşku kazanmıştık ki birdenbire karşı tarafımızdaki saha içi koltuklarında bir tartışma çıkıverdi. Fark açılmaktayken klasik soğutma işlerine erkenden başladılar. Uzak taraftaki saha içi koltuklarından fırlayıp Fenerlilerin olduğu yöne hareketlenen 5-6 galatasaraylı gerilimi tırmandırınca bu boşlukta sahaya atılan bir ses bombası ile hakem maçı durduruverdi. O kısımda başlayan tartışmanın neden kaynaklandığını çözemedik, araya giren güvenlik görevlileri oraya kontrol altına almaya uğraşırken, on sayı üstüne çıkan fark ile birlikte bir an sessizleşen ortamda karşı tarafın mehterine bizim tarafın kontra girişimi ile cimbombomun köpeğine... şeklinde atışma üstüne ufaktan küfürleşmeler bu gergin ortamda boşluğu dolduruyordu.
Gene sesi azalan ortamda hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada, Fenerbahçem... diyerekten tezahürat etmeye dönüverdik, benche gelip oturmuş olan oyuncularda tezahürattan hoşnut şekilde kafasını sallayanlar vardı. Karşı taraf milyonlarca bestesinin kendi versiyonlarını söyledi, hakemler maçı kaldığı yerden başlattı. Ama rakip taraftarın yarattığı bu soğuk ortam onlara ters tepti ve bizim oyuncular kaldıkları yerden farkı işlemeye devam ettiler. Böyle olunca bizim tribün iyice sazı eline alıverdi, bestelerden bestelere atlaya atlaya devre bitimine kadar susmadan yola devam ettik. Rakip tarafta farkın açılması ile hakemlerin kararlarına tepkiler duyuluyordu ama tezahürat etmeye katılımları azalmaktaydı. Biz ikinci bir kasap havası üstüne laylay her zaman her yerde en büyük Fener diye iyice coşmaktayken devrenin sonunun gelmesi kötü oldu. Her iki takımın çıkış koridorları da ayrı tutulduğundan, bizim olduğumuz köşedeki koridorlarına yönelen takıma yoğun bir alkış tutuluyordu, Fener şakşakşak Fener sesleri içinde takım iyi oyunun moraliyle gülerekten soyunma odalarına gitti.
Yüksek sesli müzik ile ortam gürültüsü bastırılınca dinlenmekten başka yapacak birşey yoktu, koridorlara dağılanlarla beraber bizde önce lavaboya gidip serinledik ,ardından yarı yarıya tribün maçlarında daha da şiddetlenen boğaz problemlerimizi gidermek için devre arası su stoğu yapıverdik, para üstü bozuk para yerine kağıt fiş vermeyi akıl etmişler artık. Maçı çok iyi takip edemediğimiz halde Fowles haricinde direnen birileri olmadığı rakamlardan da anlaşılıyordu. Biraz maç ve ortam analizi yaparak zaman öldürdük. Tribünde maça sıkıntılı başlamıştık ama takımın üstüste gelen sayıları ile onların gardı düşerken bizim destek dozajımız ivme kazanmıştı. Maç sürekli başabaş gidiverse sayıca az olmanın sıkıntısıyla bizim için çok daha yorucu olacağı belliydi, neyseki becerikli bir takıma ve koça sahiptik.
Bunun yanısıra ilk periyot uzun süre bizim bulunduğumuz bench arkası bölümde sonradan gelenlerin yerleşimiyle zaman kaybımızda oldu. Orada sete çıkıp her fırsatta arkadaşlarını öne çağırıp hadi falan filan diye bağıralım gazında olan gençler vardı ki, uzun süre sinirimi bozdular. Pota arkasından idare edilmekte olan tribüne zaman zaman yön verme hevesindeydiler ama pota arkası tarafından dikkate alınmıyorlardı. Pota arkasında da çok sağlam bir bütünlüğümüz yoktu belki ama daha geniş alana yayılmış rakip tarafa göre daha kolay idare edilebiliyordu, bestelere de yüksek katılım vardı. Buna karşılık rakip tribün ikinci periyot karşılıklı cimbombomum benim yaptı ki, bunu hem maraton kısmındakilerle hem de protokol yan tarafıyla yapabildiler. Daha az sayıda olan bizim protokol yan tarafındakilerin böyle karşılıklı tezahürata güçlü katılabilecekleri şüpheli gözüküyordu. Artık kendi takım isimlerini algılama sorunları mı vardır bilmiyorum , kupaları şirketlere bırakmayalım diye.. giden kaç sene önceden kalma tezahüratlarını da icra ettiler.
Üçüncü periyot için takımlar sahaya gelip hazırlandıktan sonra maç başladı ama iki tarafta da henüz koridorlardan dönüp yerini almayan çok kişi vardı. Bizim pota arkasının ne tezahürat ettiği duyulmuyordu bile ama bir iki dakika sonra şovumuza kaldığımız yerden devam edeceğimiz belli oldu. Rakip tarafın ilk periyotta coşkuyla saldır galatasarayım oley diye girdiği halleri geride kalmıştı, ilk bir iki uğultulu defans gazı üzerine basketleri yemeleriyle söyledikleri tezahüratlar anlaşılmaz oldu. Bizim taraf ise herkesin tekrar tribüne yerleşmesiyle akıcılığını bulmuştu, salonlarda çok iyi yaptığımız tempolarımızı birer birer girmeye başladık. Matador melodisi ile zıpladıkça zıplamaya üstüne telli turna melodisi ardından güzel bir Fener-bahçe oley sesleri coşku arttıkça artıyordu. Sayı olan hücum sonrası koç Ratgeber'in yumruklarını sıkarak sevindiğini gördüm, arkasını dönerken tribündeki ritimden hoşnut olsa gerekki taraftara doğru alkış tutuyordu, ne de olsa adam müzisyen.
Rakip tribünden gelen hani o hastaneye taşıdığımız günler... bestesi komik bulunup alkışlarla makaraya alınıp bastırıldı. Adamlar iki dakika sonra bir daha bunu girince daha komik oldu gene alkışlanıverdiler, saldır cimbom ok lets go diye dalga geçildi. İyice sinirleri bozuluyordu, bunlardan gelen küfürlü tezahüratı kaale almayıp darağacı bestesini giriverdik, milyonlarcayı yaptık. Fark otuzlardayken saldır galatasaray oley diye bağırmaya çabalamalarını da anlayamadık. Doğal olarak oluşan fark onların hayal kırıklığı ile morallerini bozuyordu ve bizim tarafta doğaçlama başlayan el kol hareketli varyasyonlar olağanüstü bir senkronizasyon oluşturdu. Yan tarafa gözüm gittiği sırada eller eller havaya dendi, orta kısımda duran amigo Sefa'nın amigo Yücel'e birşeyler işaret etmesiyle müthiş şov başladı. Kollar havada ağır tempodan başlayıp hızlanarak öne doğru paralel hareketlerle ooo ley oo ley oley oley oley diye başarılı bir doğaçlama yapıldı. Herkesin hoşuna gidince tekrar edildi, öncekinden daha güzel oldu, tabii bu esnada rakip tribün bunları izlemekle meşguldü, hatta benchteki oyuncularımız birbirlerini dürtüp pota arkasını izliyordu. Kollar sağa sola yapılarakta tekrar edildi, senkronize hareketlerin bitimiyle beraber Fener-bahçe oley diye coşku yansıtılıyordu. Eğlenceli makaralar devam ederken sahadaki kızlarda ritim bozmadan farkı otuzlara kadar dayadılar. Fenerbahçeli olmanın gururu bizlere yeter... seni sevmek deli gibi yürek ister... gibi birçok besteyi de söyleyip işte böyle her sene böyle cimboma böyle ... diyerekten nasıl geçtiğini anlamadan üçüncü periyotu tükettik.
Periyot arası karşılıklı küfürlü bestelerin yoğunluğu vardı, ayva çiçek açmış üstüne o taraftan ne kadar Fenerli varsa.... gelirken bizde lacivert ve sarı... ile ilave edilirken üçüncü periyot boyu bocalayıp maç içinde söylediklerine tekrar tekrar dönen rakip tribün son periyot başında artık ip kopmuş, bari neden geldiysek biraz daha bağırıpta öyle gidelim moduna büründüler. Son periyot başında bizden daha yüksek sesli giriş yaptılarsa da saldır galatasarayım oley komedisini gözardı edersek oyunu durdurup tekrar maçın içine edene kadar son gazlarına başvurdular. Sen şampiyon olmasanda, kupaları almasanda diye bağırırlarken, bizim tribün ise yorulmuş, maç bitmiş gibi artık daha zayıf katılımla bunlara cevap verme uğraşındaydı. Bir ara içimdeki cimbom aşkı yapılıyordu ama karşı tarafın güçlü bir üçlü girişi ile pek birşeye benzemedi. Herkesin sırtını döndüğü sırada karşı taraftan gelen Genç Fenerliler birbirlerini.... kontrası duyuluyordu, yapılan tersyüz kasap havası üstüne karşı tarafa laf yetiştirmeye girişildi, bu ters ilişki temalarına katılım daha fazla oldu. Karşılıklı atışmaların yoğunluğuyla diğer tarafın delikanlı Fener neredesin haney tezahüratı buradayız işte işaretlerine sebep oldu.
Pota arkası ortalarından yükselen Fatmagül cimbom Fatmagül cimbom senin suçun ne Fatmagül cimbom tezahüratı bir süre söyleniverdi. Havada yağan yabancı maddeler henüz sahaya değilde tribünler arasında üçüyordu. Bizim kısım menzil içinde kaldığından yakınlarımızda bir yere ayran kutusu geldi. Havadan gelen suyu yakalayıp karşı tarafa giderini yapanda ilgi çekiciydi. Aradaki polisler bir yandan iki tarafıda püskürtmekle meşgulken bozuk para şişe vb. maddelerde hava sahasını meşgul etmekteydi. Biz bunların taraftarına Fenerbahçe çok pis koyar....ardından başkanlarına ilgi gösterip ne zaman ki sallasana mendilini, adnan polat kurtarsana.... diye bağırıyorken, diğer taraf o...ç.. Aziz Yıldırım diye bağırınca kayış koptu. Küfür ede ede tırmanan gerilim ve oyunda rakipten yenen fark üstüne kendi taraftarının sahaya da atmaya başladığı maddelerle hal ve tavırlarına sinirlenen adnan polat önce ellerini açıp ne yapıyorsunuz gibisinden bakınırken kendi taraftarının küfürlü tezahüratına sinirle yerinden fırlayıp, bizim yöneticilerin elini sıkıp gidiverdi. Bunu gören bizler biraz daha makaraya koyarken, rakip tribün başkanlarının kendilerine gider yaptığı bu hareketi tepkiyle karşıladı, protokol tarafına doğru yüklenenler çok oldu. Bunun üzerine emniyet o tarafa da önlem almaya yöneldi.
Attıkları bir tane ses bombası bizim bench arkasına düşüp gürültüyle patladı. Sahaya atılan ayran ve su şişeleri ile maç duruverdi. Ardından bizim tribün patlayıcı maddeleri atanlara yönelip çıldırın çıldırın o..ç... diye bağırırken onlarda hepiniz o..ç.. diye cevaplıyordu. Bu kargaşa içinde takımlar hemen benclerine sığınıverdi. Yeni transferlerin şaşkınlıkla etrafı izlediklerini görüyorduk, orta blok saha içi koltuklara yerleşen Anna Vajda ile Begüm oradan kaçıp Fenerbahçe taraftarı önündeki alana geldiler, karşı taraftaki altyapı oyuncularıda güvenli bir yere alındılar. Bir ara sahaya vahşi batıdan çıkmış kovboy gibi kement sallaya sallaya uzun bir elektrik kablosu atan galatasaraylı bizi eğlendirdi, bir görevli sahaya düşmeden havada yakaladı. Onların pota arkasına girip birilerini almaya niyetlenen birkaç polise çok sert tepki koyup daha fazla yukarı çıkmalarına fırsat bırakmadılar. Bizim tribünler ise vur vur ooh ooh gazlarıyla kışkırtmaya başladılar. Bir de saldır Tufan reis ooley, İstanbul Çevik Kuvvet şakşakşak tezahüratları pota arkası orta üstlerden geliyordu ki, birkaç saat önce dışarda kendilerine koyun muamelesi yapan adamlara karşı bu nasıl sevgidir çözemedim.
Hakemler soyunma odasından dönünce bizim takım serbest atışı kullanmak için rakip tribün önündeki potaya hareketlendi, gs oyuncuları ise hala benchteydiler. Ortada dımdızlak duran beş tane kızımıza yabancı maddeleri tekrar yağdırmaya başlamaları bizim tribünleri öfkelendirdi. Hepiniz o...ç... sesleri yükselirken, güvenlik boşluğunun oradan yüklenmeler oldu, hatta protokol tarafına yakın üstlerden bir yol bulup oraya çıkarma yapmaya niyetlenen bazı taraftarları polis farkına varıp geri yolladı. a.....a.. galatasaray tezahüratına diğer taraftan tersi karşılığı geldi. Adamlar maçın içine edip üstüne Nevizade gecelerini söylediler ve emniyetle itişe kakışa 10 dakika kadar sonra tribünü boşalttılar. Bizim tarafta bak yine yeşillendi fındık dalları melodisinin üstüne kollar yukarda oval vaziyette himne galatasaray melodisini söyledi. Söyle cimbom söyle ne oldu... falan diyerekten adamlarla karşılıklı atışa atışa şşşt şşt nereye... salondan çıkmayın biraz .... geçelim diye diye adamları uğurladık.
Bir anda boşalan ortam bizlere garip geldi, uğraşacak kimse olmayınca işin zevki kaçtı. Bizim tribünden maç öncesi de birkaç defa yaptıklarını tahmin ettiğim kaşar ışıl tempoları gene duyulmaya başlandı, ilk başlarda kalabalık bir koro ile söyledik ama pota arkasındaki dağınık kümelerden biri bitirip diğeri başlayaraktan oradan bir buradan ikide bir aynı şeyi söyleye söyleye işi cıvıttılar, bir ara duyulan ışıl ortaya ... çektir tayfaya kısmına kadar vardı. O ortamda rakip tribün boşaltılmış maçın başlaması beklenirken bütün oyuncuları tezahüratlarla sıradan geçirip alkış tutulabilirdi. Herneyse sonunda bizim takımı hatırladılar da şampiiiyooon .... tempoları tutulurken oyuncuların da yüzleri güldü taraftara dönüp alkış tuttular.
Boş ortamda ne taraftarda ne oyuncularda kimsede öncesi kadar heves kalmasa da , koç yedekten genç oyuncuları da oyuna sokuverdi. Yeniden başlayan maçta rakibin ilk hücumu sırasında ıslık uğultu çıkarıyorduk, ama gevşeyen konsantrasyonla artık kopmuş maçta öncesine göre daha kolay sayılar buldular. Biz de delikanlı cimbom neredesin haney... diye bağırıp, mihribanı söyledik. Gene pazar günkü futbol derbisi üzerine mesajlar veridikten sonra maç bitmek üzereydi, maç bitimine doğru son boşlukta atkılar açılıp samanyolu yapıldı, bu kadar romantizme bizim takımın yerli oyuncularının tepkileri çok sempatikti, birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı.gene şampiyon sesleri ile maç bitti.
Takımın rakiple tebrikleşip, kendi içindeki kutlaması falan biraz zaman aldı. Pota arkasından gene kaşar ışıl sesleri çıkarken bizim oyuncuları kaptan Nevriye etrafına topladı, sonra pota arkasına yöneliverdiler, takım kendilerine gelirken kaşar ışılla meşgul olan pota arkasını dumur ederek susturup karşılıklı sarı-lacivert çektiler. ( Aslında bu kısmı karıştırıyor olabilirim, böyle bir vaziyet oldu ama ikinci defa kupa ile beraber mi geldiklerinde olmuştu tam hatırlamıyorum)
Alkışlar arasında tören için yapılan anonslarla sahaya döndüler. Bu taraftar sizinle gurur duyuyor sesleri yükseldi ama gs oyuncuları madalya töreni için anons edilince yuhlamalar başladı. Biz yuhalarken bizim bench arkasında sol tarafımızda olanlardan 15 kişi kadar centilmenlik niyetine alkış tutan münferitler de vardı. Sıra ışıl'a gelince pota arkasından oooley sesleri ile bir kez daha dalgalar artıverdi, ışıl oldu mu Fenerbahçe koydu mu gibisinden tezahüratları dinleyerek tören için beklerken dudaklarını ısırmaktaydı.
Sıra bizim takıma gelip bildiğimiz kupa kaldırma konfeti yağmuru vesaire oley oley oley oley şampiyooon Kanaryaa değil de gene bizzat setteki amigonun ağzından Feeener diye söylettiğini gördüm. Bu fasıl takımın kupayla oraya buraya yöneticilere git gelleri röportajları diyerekten geçiyorken bizim tribünde sisli bir geceyarısı söyleniyordu. Kupayla taraftarın önüne gelip tekrar alkışlandılar, her üç taraftaki taraftara doğru selam verdiler, fileyi kesmelerini bekliyordum ama yapmadılar. Pota arkası çaprazlardan herkes yılar Nevriye Yılmaz... tezahüratı yükselince bütün salon katılıverdi, dönüp selam verdi. Polislerde artık bizden bıkmış halde hadi arkadaşlar boşaltalım diye yavaştan yavaştan bench arkasındaki bizleri sıkıştırmaya başladılar. Ama biz hem yavaştan adımlıyor hem de oyunculara tezahürat etmeye uğraşıyorduk, kaşar ışıl ritminde Penny Penny Taylor sesleri yükseliverdi, mahçup bir el sallama geldi, onu takiben Birsel Vardarlı sıradaki isimdi. Esmeral bizim tarafa gelip teşekkür edince onun ismi haykırıldı, bu esnalarda pota arkasından Taurasi Taurasi oley oley oley sesleri yükseliyordu, ilk anda anlamadı herhalde bir reaksiyon göstermedi. Şaziye saha içi koltuklardaki taraftarlarla sarmaş dolaştı. Nevin şapkasını tezahüratlar eşliğinde taraftara fırlattı. Oyuncular birer birer çıkış koridorundan giderken bizde polis tarafından sıkıştırılaraktan oraya kadar gelmiştik, alkışlarla uğurlamaya başladık, oyuncular demirlerden eğilerek yandan üstten el uzatanlara çak yaparak gidiyordu. Anna Vajda arkasından diğerleri birer birer gidiyordu. Taurasi yaklaşırken gene tezahüratlar başladı Taurasi Oley oley oley belli ki hoşuna gidiyor gözüktü. Tempoyla beraber dans eder gibi zıplaya zıplaya bir o tarafa bir bu tarafa alkış tutarak uzanan ellere çak yaptı gitti. Koç Ratgeber maç içinde defalarca gördüğüm gibi eğlenceli sıcak bir adam olduğu hissiyatını verdi, herkese dönüp alkışladı selam verip gitti. Nevriye'de kupa elinde hepinize çok teşekkürler, bu kupa sizin için deyip diğerleriyle beraber diğer kalanlarla içeri girdi.
Genel gidişata bakılırsa bizim onlara daha çok teşekkür etmemiz gerektiğini düşünüverdim, zira maçın başlarından sonra sahada üstünlüğü ele geçirip bizimde tribünde sayısal dezevantajın gölgesinde kalmadan daha rahat ve eğlenceli bir akşam geçirmemizde onların rolü büyüktü. Kuru havada girdiğimiz salondan yoğun yağış altında yollara dökülüverdik.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder