7 Şubat 2011 Pazartesi
Galatasaray Medical Park - Fenerbahçe 51-73 (Salondan İzlenimler)
Ezeli rekabet tarihindeki üstünlüğümüze, Avrupa kupasındaki eşleşme olarakta istatistiklere yansıyacak bir galibiyet daha kazandığımız bu maç ile seriyi 2-0 yapıp çeyrek finale yükseldik.
Her ne kadar Caferağa'da ki derbi ortamı ve galibiyetlerinin keyfi güzel olsa da, boş yere seriyi uzatmaya gerek yoktu, kızların da öyle düşüneceğini bildiğimden bari oradaki maçı da izleyeyim diye vapur-banliyö treni kombinasyonuyla Kazlıçeşme'den yürüyüp salona vardım.
Salon otoparkından geçerken etraf sessiz, bomboş olunca garip gözüktü, tek başına ortada durup elindeki sarı kırmızı işporta ürünleri satan satıcı beni renksiz görünce biraz daha yüksek sesle bağırmaya başladı ama boşuna uğraşma amca ben Fenerbahçeliyim dedim geçtim.
Gişelerin oraya geldiğimde maça 20-25 dakika falan vardı, merdivenlerin aşağısında duran bir grup galatasaraylı genç haricinde ortalıkta fazla kimse yoktu, gişelerde ve girişte hiç kuyruk yoktu.
Bilet alacakken, kalabalık 20 kişilik bir grup benden önce gişeye yönelmişti, bu gençlerin içinden biri başlarındaki birinden aldığı parayla bütün hepsine bilet aldı, böyle onlara bakıp sırada dururken yan taraftan başka biri gelip bana sokuldu, elindeki sıfır lira bedelli bileti gişe fiyatına satmak istiyordu, anladım ki bu maça bayağı boş-beleş taraftar toplamışlar. Bir de geçen maç Caferağa önünde bir bilet için milletin ne kuyruk olduğunu, içeriye girmek için kaç takla attıklarını düşündüm.
Kapıdan girerken üzerinizde bozuk para-çakmak var mı diyen görevliye alışkanlıkla cebimdeki anahtarlığı çıkartıp gösterirken kendi dangalaklığıma güldüm, üstünde FB yazan anahtarlık havaya kaldırdığım elimde sallanıyordu.
Ben girdiğim sırada yüksek sesle müzik çalınıyordu, takımlar resmi ısınma periyotları için sahaya anonsla ben gelmeden önce girmişler, bu kısmı kaçırdım, salonda gördüğüm Koskorcuk ağabeyin dediğine göre bizim takım çıkarken küfürler olmuş, daha fazlasını kesmek için araya müzik girilmiş.
Bizim bench karşısında, protokol tribünü solunda bir yere geçip, etrafta Fenerli kimse var mı diye bakınıyordum ki, Neozepron'un geldiğini gördüm, Koskorcuk ile işaretleştiğini görünce orada deri koltuklu sol üst tribünde en öne yerleşiverdik. Önümüzdeki demirlere ayaklarımızı uzatarak gayet konforlu bir deplasman tribünü oldu, Koskorcuk yanında iki tane daha Fenerli genç vardı.
Bu kısımda etrafta dağınık oturan seyirciler olduğundan keyfimize göre konuşmakta davranmakta sıkıntı olmadı, yalnız salonun bu kısmı çok sıcaktı, üstten geçen havalandırma kanallarından dolayı mıdır bilmiyorum.
Sol ve sağ pota arkası tribünler boştu, dağınık oturan tektük kişiler vardı ki, bir kısmı da Fenerbahçeliydi. Fenerbahçe bench arkasında özel güvenlikçiler duruyordu, sayıları fazla değildi. Karşı tribünümüzde taraftarlar iki blok aşağıdan yukarı dolduracak şekilde yerleşmişti. Caferağa'nın sol köşesi gibiydi ama burası Caferağa değildi, kocaman salonda diğer tribünler boş olunca aynı etkiyi vermek zor bir şey.
Saha içi koltuklar; -Fener bench arkası hariç- pota arkasındakiler dahil hepsi yerleştirilmişti, erkeklerdeki derbiye göre daha fazla koltuk vardı ama bunların çoğu boş kalınca aynı baskıyı kurmaktan uzak kaldılar. Zaten bizim bench tarafındakine altyapı oyuncuları oturtulmuştu.
Bu salondaki en stratejik noktalar olan saha içi koltukları böyle boş olunca, isterlerse tribündekiler maç boyu tezahürat etsin, sahaya yakın agresif bir baskı olmadıkça hiç bir anlamı olmayacaktı.
Oyuncular ısınmalara devam ederken, hemen sağ altımızda olan protokol tribününde Aydın Örs'ün yerleştiğini farkettim. Bu arada yaşlı bir galatasaraylı protokolün önlerinde oturan birilerine veryansın edip el kol hareketleriyle uzaktan bağırıp çağırmaya başladı. Orada önlerde oturan galatasaray kongre üyelerinden veya divan kurulundan olabileceğini tahmin ettiğimiz yüzü yabancı gelmeyen başka bir yaşlı başlı adam da yukarıya gelip onunla tartışmaya başladılar, karşılıklı küfürleşmeleri hayretle izliyorduk, kaç yaşına gelmiş adamlar kendilerini sakinleştirmeye çalışanlara tutmayın beni tripleri yapıyordu, bir süre daha atışıp durdular.
Evsahibi taraftarlar pota arkalarına geniş boşlukları kaplayacak şekilde sarı kırmızı bayraklarını pankartlarını sermekteyken, bizde hakemleri üstte asılan ülke bayraklarına bakarak inceliyorduk.
Anonslar yapılırken, bunların anonsçusunun bizimkine kıyasla ne kadar kötü olduğunu bir kere daha farkediverdim, eskiden dizi oyuncusu diye bildiğim şimdi neci olduğunu anlamadığım yalçın dümer hala bu işi de yapıyorsa ne söylenebilir.
Futbol ile voleybolda standart anons işlerinin dışına kaçılması hoşuma gitmez de, ben baskette anonscunun fazla aşırıya kaçmadan işini yaparsa, ortama belli bir katkısı olduğunu düşünürüm ama bu adam komedi gibiydi.
Bizim oyuncular ıslık uğultu eşliğinde diziliverdiler, kendi oyuncuları ise bu defa Caferağa'daki gibi birbirlerine itip kakarcasına gazla çıkış yapmadılar.
Maçın başlamasıyla üçüncü saniyede yağan konfetiler sonrası tezahüratlar başlarken, bench arkasına doğru bir tane torpil atıldı. Vur kır parçala sesleri ardından üçlü çekip Laylaylala aaa cimbombom diye başlayan tezahüratlar a.....a....koyayım Feeenerbahçe'ye dönüverdi.
Kenardakiler benche oturup beklerken, sahadaki kızlar saha temizlenirken uzak tarafta bir araya gelip herhalde bu gazı erken bitirelim diye sözleşiyorlardı. İçim rahat etmiyor Fenere koymayınca... diye bağıranları bu maçta rahat ettirmeyeceklerdi.
Konfetiler temizlenirken hala yukarılardan tek tük atılan konfetiler oluyordu, bu maçı saat sekizde zannediyordum da neden yedi buçuğa aldıklarını anladım dedim, böyle giderse sık sık duraklardı.
Bir kısmı kendi oyuncularına da isabet edip onların tepkisini çeken konfetiler temizlenip, görevlilerce büyük boy çöp torbalarına dolduruluyordu, dört torba konfetiyi götürüverdiler. Hakemlerde kendi aralarında masadakilerle sert bir şekilde konuşuyordu.
Bu arada atılan ses bombası sonrasında bizim bench arkasına yığılan spor büro polis ekipleri nereden atıldığını tespit etmeye bakınıyordu, oralarda başlarındaki amirleri Lokman da tribün önündeki demirlerin üstüne çıkıp görüntü yapıyordu, saha içinde olanlar arasında komiser Tufan'ı da görüverdim.
Tekrar başlayan maç ile Meral'in isabetli şutları Caferağa'daki maçtan daha iyi bir giriş yapmamıza imkan verdi. Bu şekilde dış faktörlerden etkilenmediğimizi salondakilere hissettirdik, kendi kaçan şutları ardından bizimkiler girdikçe oyuncularına bela okuyup durdular.
Aldıkları mola sonrasında da fazla değişen birşey yoktu, bu defa Augustus savunmasına ağırlık verdik, Slyvia'yı gene sıkıştırmalarla pasifize etmeye uğraştık, boşta bıraktığımız diğer oyuncularından gelen kötü şutlarla dengeleri erkenden bozuldu. Anete'nin üstüste gelen iki dış şutu saha içi koltuklarında olan az sayıdaki taraftarında tepkisini çekip kendi benchlerine doğru kızmaya başladılar.
Maraton tribünündeki taraftarlar bir iki hücum ıslık yaparak başlamışlardı ama bizim için Fenere de koy...saldır galatasaray ooley temalı sesler, üstüste gelen isabetlerden sonra kendi kendilerine takılmaya koyuldular, aşağısı yukarısı ikiye ayrılıp cimbombomu benim-biricik sevgilim yapıyordu, sahada ise biz onların sayılarını ikiye katlamaktaydık. Maçın başından sonra sekizinci dakikasına kadar küfür etmeden dayandılar, sonra kayış koptu.
Maçın ikinci periyotuna yetişen bir tanıdık arkadaş daha salona gelince arayıp bizim deplasman tribününe katılıverdi. Maçta zaten ortam rahattı kadro ve oyun olarak üstünlüğü de yansıtınca büyük fark olacağını öngörmek zor değildi, maç ilk periyotta bitti boşuna geldin diyordum ama zaten işten eve gitsem izlemeye yetişemezdim dedi.
Bir ara hakemlere kızıp hakem noluyor .ötün başın oynuyor diye toplu halde tezahürat etmeleri ise tam bir komediydi, Avrupa maçında yabancı hakemlerle oynadıklarının farkında değillermiş gibi ezbere saydırıyorlardı, bunları idare eden amigoların kafası nasıl merak ettim.
Nevriye'nin takım hücumda sıkışıp son saniyede elinde patlayan topu garip ama çok absürd bir şekilde elinden sallayıp yaptığı basket ile yüksek sesle gülmekten kendimizi alamadık.
Devre arasına giden oyuncular kafalarına havluları sarıp soyunma odasına yol aldılar, biz de kendi aramızda sohbet ederek zaman geçirdik. Protokol tribününde başkanlar yoktu, devre arası sonrasında yerlerine yerleşen birkaç yönetici gözüktü.
İkinci devreye belki iyi başlarız umuduyla girdiler ama gene erkenden hızlarını frenleyip salondakilerin maça girmesine fırsat tanımadık. Gene yukarılardan tek tük konfeti atanlar oluyordu, nedense bizim takımın malzemecisi oyun karşı sahada devam ederken sahaya girip düşen konfetiyi alıyordu.
Maçın dönecek durumu olmayınca biraz daha pislik yapalım düşüncesinde olan bazıları pota arkasının üstlerine doğru, bizim yedekleri de yan taraftan açıktan vuracak şekilde pozisyon aldı, oradan konfeti, bozuk para falan isabet ettirmeye çalışıyorlardı. Bunlar daha üçüncü periyotta maç öncesi serdikleri büyük bayrakları toplayarak gitme hazırlığına başladılar.
Bir süre sonra yukarılardan gene torpil atılıverdi, dumanı kenarda oturan oyuncuları rahatsız edince havlularla ağızlarını kapatıyorlardı. Maçta sayı farkını yirmi civarında tutarak rölantide gidiyorduk, herhangi bir tahrik unsuru davranış falan olmuyorsa da karşılarında rakip taraftar görmeyenler işi bu renklere nefretle pisliğe döküp kızlara uzaktan isabet ettirmeye uğraşıyordu.
Maçın son periyodunda sahada oynayan oyuncular yedeklerle bayağı bir değişiverdi, Işıl'ın maçtaki ilk sayılarını attığını farkedince bende bravo Işıl diye dalgasına alkışladım.
Tribünde oley oley- oley oley... ne cimbomu ne kartalı,sen olmasan yok bu hayatın anlamı... diye bizim söylediğimiz bestenin, cimbomum sen çok yaşa... şeklinde bir versiyonu söyleniyordu. Onlara katılıp kendi versiyonumuzu dile getirdik, biz sayı attıkça daha da coşup aynı şeyi bağırıyorlardı. Sürekli aynı şeyi söylediklerinden ortam öyle sıkıcıydı ki, uykum geldi değiştirin artık yahu diyesim geldi.
Sonunda tezahüratı değiştirdiler değiştirmesine ama bu sefer de; ölüm varmış korku varmış,bu dünyanın sonu varmış... diye giden başka bir upuzun beste girildi, bunu 2007'de Ahmet Cömert'te erkek basket maçında fark attığımızda, biz fark açarken uzun süre boyunca söylediklerinde salondayken ezberlemiştim. Gene kendi sahalarında fark attığımız bir güne böyle bir besteyi hemde maçın ilk devresinde de söylemişlerdi neden tekrar döndüler anlamadım, bir maçı bu kadar az çeşitlilikte tezahüratla geçiştiriyorlar, üç dört sene maçlarına gitmesen de gene aynı şeyleri duyabiliyorsun.
Salondan ayrılmalar devre arasında başlamıştı, dördüncü periyotta salondaki 2500 kadar kişiden 1500 kişi kalmıştı, onlarda maçın sonuna doğru azalarak gidiyordu.
Maçın sonlarına doğru bizim bench kenarında yere oturarak bacağını uzatıp soğuma-germe hareketleri yapan Birsel'e doğru bir torpil daha attılar, patlama sesiyle irkilip hemen diğerlerinin arasındaki yerine dönüverdi. Ardından bir patlama sesi daha duyuldu, ben kaç senedir tek taraflı oynanan derbilerde Caferağa'da rakip oyunculara böyle torpil,ses bombası falan atıldığını hatırlamıyorum.
Bunu atanları isteseler rahatlıkla yakalayabilecek olan spor büro polislerinin hepsi saha içinde aşağılarda olduğundan, yukarıya doğru bakınıp kimler olduğunu anlayınca tribüne çıkarak peşlerinden kovalamaya başladılar. Ama düşünceleri öyle saçmaydı ki, onlar en aşağıdan yukarıya çıkana kadar kaçanlar koridora çıkıp koşarak topuklamaktaydı. Bir kısmının yukarıda bekleyip aşağıdakilerden gelen anonsla koridoru ve koridora çıkışları kapatması daha uygun olurdu.
İlk okulda ebelemece oynayan çocuklar bile daha akıllıca kovalardı, onların birdenbire aşağıdan yukarı tırmandığını gören elemanlar koridora kaçıverdi, sonra koridorda da kovalamaca oyunu sürdü, devamında polisler onları ebeleyebildiler mi göremedik.
Maçın son dakikaları sen şampiyon olmasan da, kupaları almasan da ,Fener'e de koymasan da... tezahüratı ile geçiverdi. Maç bitiminde de oyuncularına bunu söyleyerek yolladılar.
Maç biterken sanki mola olmuş gibi bizim oyuncular kendi benchlerine gidip oturdular, galatasaraylılar kendi taraflarına gidiverdiler. Herhalde yeterli güvenlik önlemi alınmasını bekliyorlardı, hakemler ise salondan kaçarcasına ters taraftan götürülüverdiler.
Maç sonu tebrikleşme faslını kendi taraftarlarının taşkınlığı yüzünden sahanın ortasında yapamayacaklarını anlayan galatasaraylı kızlar, bizim oyuncuların yanına yönelerek onları bench önünde kutlayarak saha ortasına toplandılar. Bu sırada maraton tribünü üstlerinden kendi oyuncularına su şişesi geliverdi, devşirme oyuncuları Melisa Can'ın ayağına düşünce tribüne şaşkınla baktılar, başları önlerinde soyunma odasına gittiler.
Bizim kızlar da bench önünde kendilerine yoğunlaşan fotoğrafçılar önünde pozla Fener çekip, soyunma odasına kafalarında havlularla yöneliverdiler. Bench yakınındaki sağ taraflarındaki çıkışı kullanacaklardı, en önde giden Tammy Sutton Brown bunca derbi tecrübesiyle, diğerleri sakin halde hareket ederken, önünde duran malzemeler arasından hoplaya zıplaya koşarak aceleyle içeri girmesi komik bir görüntüydü.
Bazı galatasaraylı taraftarlar o çıkışa doğru yaklaşıp el kol hareketleriyle birşeyler saydırarak onlara çeyrek finalde başarı dileklerini sundular.
Hızla boşalmakta olan salonda bir süre daha kalarak etrafta sızlananları takip ettikten sonra dışarı çıkarak büyük çoğunluğu lise öğrencisi yaşlarında olan galatasaray taraftarları eşliğinde metrobüs durağına gidiverdik.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder