16 Nisan 2011 Cumartesi

Fenerbahçe - Galatasaray Medical Park 80-68

Sezon başından beri formalite icabı oynanan normal lig sezonu sonunda bu iki takımın finali bekleniyordu. Onlar açısından önemli olan Caferağa'dan mümkün olduğunca uzakta bir final serisi yaşamaktı ama daha ilk maçtan kaybederek kendilerini bu kabusun içinde buluverdiler. Saat altı civarında salonun önüne varınca Caferağa gişeleri önünde uzayan kuyruk açıkçası daha önceki derbideki kadar değildi. Sanırım bunda sebep bir kesim taraftar gruplarının Samandıra'ya futbol takımı antrenmanına gitmesiydi. Bilet satışının saat yedide başlayacağı yazan bir kağıt camda asılıydı ancak satışlar saat altı buçuk gibi polis veya özel güvenlik önlemi olmadan başlayıverdi. Gişedeki adam her ne kadar kişi başı bir bilet vermeye çabalıyorsa da o kargaşa ortamında daha fazlası mümkün oldu, tabii buna kızıp kuyruk arkasından öndekilere ayar veren yaşlılarda vardı. Biraz dışarda durduktan sonra salon içine girince karşılaşılan manzara artık bizi şaşırtamazdı. Sol tarafın bütün ön koltuklarına özel güvenlikçileri önceden oturtup dizivermişlerdi, ilerleyen zamanda on kadar polis görevlisini daha buraya yolladılar. Vaziyet böyle olunca sorumlu amirleri kimdir diye sorup onunla tartışmamız da başlayıverdi, kulübün güvenlik amiri gelip bizim abdi ipekçi'de ki önlemlere kıyasla eleştirilerimize karşın; bu kararların valilik-emniyet-federasyon talimatları olduğunu, oradaki fiziki koşullarla bu salonun aynı olmadığını, burada elinizi uzatsanız atkıyı sallasak oyuncuya değebileceğimizi falan içeren bir konuşmadan sonra kendisinin de bizim tarafımızda olduğunu söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Buradaki önlemler rakibin sahasında oynanan maçlara göre çok daha sıkıydı ama maç vakti yaklaşınca gelen tribün amigolarının ön koltuklara ve sete yerleşmelerine mani olamadılar. Henüz bizim oyuncular salona yeni girmiş ve telefonlarıyla konuşur halde soyunma odasına yürürken uzaktan onları farkedip seslenerek selam vermeye başladık, salon maça iki saat varken boş gibiydi, az sayıda taraftarın Fener-bahçe oley tezahüratı bile müthiş ses yapıyordu, oyuncular da el sallayarak içeriye yöneldiler. Rakip takımdan kimse yokken ortalıkta gözüken gs eşofmanlı birine makara yapılmaya başlandı, mal mal malzemeci diye bağırılıp ıslıklanıyordu. Salonun protokol arka kesimi ile sağ tarafı oturacak olanlarca hızla doldurulmuştu, kuyrukta gördüğüm salonlara gide gele göz aşinalığım olan bazı galatasaray-efes kırması olanlar salonun bize uzak taraflarına doğru oturmuşlardı. Salon dışındaki taraftar grupları da içeriye yığılmaya başlayınca sol tarafta önlerde olduğu gibi üstlerde de sıkışıklık artıverdi. Protokol arkası kısmına maça doğru bazı yaşlı teyzeler de geliverdi, basketbol camiasından kimi yüzler de göze çarpıyordu. Şaziye'nin kardeşi Naile, Nilay Yiğit burada otururken; bizim eski oyuncularımızdan Şükran ve Gergena ise medyaya ayrılan pota arkası kısıma yöneliverdiler. Daha sonra voleybol takımı menajeri Violet Duca gözüktü, yer ayarlamaları için uğraşılıyordu, onun ardından maça doğru Eda Erdem ile nişanlısı da geliverdi. Ortaya gelip oturan siyahi bir kızın ise Angel ile bir yakınlığı olduğuna kanaat getirdik. Bizim takım oyuncularından maç öncesi bazısı şut atmaya geldiğinde alkışlar yükseliverdi, Anete ve Horakova'ya ilgi gösterildi. Takım resmi ısınma periyodu için anonsla sahaya davet edilirken ben koridora su almaya gidivermiştim. Su bardaklarının hepsini ağızları ucundan açık şekilde kartonlara dizip ayrı bir yerden satıyorlardı, aldığım suları protokol ile aramda kalan merdiven boşluğuna stokladım. Tribün yeterince kalabalık yerleşmiş ve takımın sahaya çıkmasıyla tezahüratlara yüklenmekteydi. Oyuncular sırasıyla bireysel tezahüratlarla çağırılmaya başlandı, bu faslın Abdi İpekçi'ye göre daha düzgün yapılması güzeldi. Rakip oyunculardan bir kısmı sahaya ilk çıktıklarında uğultularla karşılanmıştı. Çok erken vakitten ışıl pabucu yarım çık dışarıya oynayalım sesleri yükselmeye başlamıştı. Sahada şut atanlar arasında olmadığı halde "bu kadar erkek seni bekliyor" "ışıl gelmezse biz geliriz" vb. sesler yükseliyordu. En sonunda ortaya çıktığında kaşar ışıl sesleri tekrar ortalığı sarıverdi. Aslında ilgi sadece ona yönelik olmadı, bu sefer tuğba'da peynir çeşitlemesinden nasibini alıverdi, bir yandan da yabancı oyuncularına bireysel laf atmalar ile burada kimin borusu öter mesajları iletilmeye çalışılıyordu. Tabii sürekli içeriye yeni gelen taraftar gruplarıyla beraber farklı farklı içeriklerle laf atmalar sürüverdi, bu maç ışıl daha önceki seferde olduğu gibi tribünün buraya gelmeyen Fenerli olsun çağrısına kulak vermedi. GFB alt grup amigolarından biri salona girdiği gibi sinir bozucu şekilde etrafa heey noluyor ayıptır yapmayın gibisinden tavırlarla susturmaya çalıştı, belli ki yöneticilerden bunun abilerine dolaylı olarak buna talimat gelmişti. Isınmaların ortasında kaptan Nevriye tribünün önüne gelerek oradakilere lütfen rakip oyunculara kötü sözler söylemeyelim isteğinde bulundu ki , bunu söyleyen daha geçen hafta küfürün en kabasını toplu halde üstüne çeken oyuncularımızdan birisiydi. Protokolün önünde oturan federasyon görevlisi ali uras'ın yanına gelen kel şişko bir gs takım idarecisi taraftarların küfür ettiklerinden şikayetçiydi, bunun üzerine ona taşarak kendi salonlarında kulağına pamuk mu tıkadıklarını soruverdik, zaman zaman yaka kartlarıyla federasyon güvenlik sorumluları yanıbaşımızda bitip duruyordu. Maçın başlamasına yakın bir zamanda Aziz Yıldırım ve galatasaray başkanı adnan polat yanlarındakilerle beraber gözüküverdiler. Kendi oyuncularımıza tezahüratlar yapılırken bunların tamamlanmasıyla beraber ilgi gs başkanına yönelerek, kümede kal galatasaray ve bankasya temalarına geçiş yapıldı. Anonsların ardından potaya son şut turlarını yapan oyuncular tribüne çağırılarak tezahüratlarla motive edilmeye başlandı, oyuncular alkışla karşılık verdi. Maç öncesi yapılan avaz avaz tezahüratı maç içinde dördüncü set sırasında bir mola da tekrar edildi. Hatta pota arkasında oturan Tammy Sutton Brown bile eşlik edercesine melodiyle uyumlu sesler çıkarıp keyifle tribünü izliyordu. Salona geldiğinde selamlaştığımız Eda nişanlısıyla protokolün tribüne yakın tarafında oturmuşlardı. Maç başlamadan önce bütün salon ayağa davet ediliverince ayağa kalkmayan cimbomlu olsun gazlarına dayanamayan Eda ile nişanlısı da kısa bir süreliğine ayaklanıverdi. Maç sırasında da oldukça heyecanlı takip ediyordu, sürekli onu izlemiyordum ama tam aynı hizamda sağımda olduklarımdan ellerinin kollarının hareketi dikkatimi çekiyordu, tam içimizden bir Fenerbahçeli olduğunu yansıtıyordu. Yapılan kasap havası ardından salon biraz daha ısınıverdi, zaten çok uzun süre önceden başlayan tezahüratlarla erkenden terlemeye başlamıştık. Maçın başlamasından önce de söylenen yenilerden bir beste ile maça da giriş yapıldı. "Saldırın forma için sizde savaşın,Şampiyonluk inanın şimdi çok yakın,Kupalar yükselecek ellerimizde,Vurun kırın parçalayınVurun Kırın PARÇALAYIN!!!" Tezahürat hava atışında topun rakibe geçmesiyle birlikte kesilip ıslıklar uğultular yükselmeye başladı, alıştığımız şekilde sol tarafın üstlerinde belli bir kesim tezahüratları devam ettirirken geriye kalanlar baskıya yöneliyordu. 80'lerin tribün liderlerinden Pepe Metin, Kürt Metin gibi birkaç kişi daha gelip en önde ilk yarıyı izlediler, ikinci yarı neredeydiler farkedemedim. Salonda o atmosferin içinde olunca doğal olarak çalınan düdükler, rakip oyuncuların tavırları hareketleri herşeyi bir gerginlik sebebi oluyordu. Onları hataya sevketmek, kendi oyuncularımızı gaza getirmek için sahada fiziki olarak yer almasakta tribünden bütün çaba sergileniyordu. Önümüzde top kaybı yapan oyuncuya taşmak, rakibe baskı kuran kendi oyuncumuza haydi diye coşturmak, hakemleri terleten sert tepkiler, atılan sayıyla coşup rakip oyunculara kol geçirmeler falan... klasik bir Caferağa derbi günüydü ama bu sefer biliyorduk ki takımın taraftara önceki senelerden daha çok ihtiyacı vardı. Aramızda kulaklıkla radyodan voleybol maçını takip edenler vardı, maç sırasında sık sık skor sorarak etrafa maçtan son durumu iletiyorduk, alınan her setle beraber etrafta dalga dalga yayılan bir sevinç ve el çakmalar olmaktaydı. Ankara'da maçın son seti oynanırken radyoda dönüşümlü yayın yapıldığından bizim heyecan artmıştı, en sonunda maçı aldığımızı öğrenince doğal olarak etraftakilerin çoğu voleybol maçlarını da takip edenler olduğu için herkes mutlu oluverdi. Yan taraftaki Eda ve Violet maçın skorunu merak ediyordu, parmak işaretleriyle haber etrafa yayıldı. Bir süre sonra da salondan Mustafa Özben tarafından anons yapılınca bütün salon ayaklanıp her zaman her yerde en büyük Fener diye inleyiverdi, gerçekten kilometrelerce ötedeki bir maç skorunun sevinciyle tüyleri diken diken eden bir moral anı oluverdi. Haydi bakalım şimdi sıra arkasta dedikten sonra tekrar işimize dönüp Fenerbahçe koy oleey...cimbomboma koy oley diye tezahüratlar devam etti. Daha sonra yapılan erkek basketbol maçı anonsu daha beklenen bir galibiyet olduğu için aynı coşkuyu vermedi. Salonun sol tarafı takımı ittirmek için uğraşıyorken, geriye kalan kısımlar nedense belli gaz anları haricinde yeterli seviyede katılımcı gözükmüyordu, zaman zaman defans çığırtkanlığıyla ıslık yapmaları için o taraflara yukarılara haydi diye işaretle gaz vermek icap ediyordu. Hadi aralara girivermiş renksiz rakip seyircileri bir kenara koyarsak, bu düzeyde tribün desteği gerektiren maçta tüm maç boyu oturarak maçı seyretmek için gelmiş olanları görmek hoş olmuyor. Devre sonuna doğru iyi bir düzeyde olan fark bir anda yaşanan gerilim ardından azalıverdi, iki takım oyuncuları birbirlerini iterken tribünden yine .bneleşti galatasaray sesleri yükseliyordu. Yalnız tribünün alt kısmında önde set üzerinde o kadar fazla adam vardı ki, bir kısmı sahaya bakmadığından kavga varken dahi lalaylay diye birşeyler girmeye çalışıyordu. Maçın gidişatı içinde oyunda durumlara göre etraftakileri maçın içinde tutmak için biraz daha iyi takip etmek gerekiyor. İlk devre bitimi oyuncular soyunma odasına yönelirken rakip takımın kullandığı tribünün sağına yakın olan kapı tarafına en soldan fırlatılan bir çakmak oradaki brandalara çarparak yere düşüverdi. Biraz o köşeden laf atışmalarıyla içeriye gidiverdiler. Bütün salon katılımı istenerek yapılan milyonlarca ile ikinci yarıya giriş yapılıverdi. İkinci yarılarda rakip takımlar bizim önümüzdeki potaya hücum ettiklerinden sanki artık kontrol bizdeymiş gibi daha bir rahat hissederim. Gene böyle bir ikinci yarı performansıyla oyuncuları daha sert ve hırslı savunmaya teşvik ederekten, ribaundlar için el vererekten, rakibin kaçan şutlarıyla morallerini bozaraktan zaman akıverdi. İyice sinirleri bozulan rakip oyuncuların ve koçun hakemlere yakarışları fayda getirmeyecekti. Yaptıkları her hata ile ön taraftaki taraftarlar büyük bir coşkuyla yığılırken, yukarıdan girilen tezahüratlarla saldır saldır Kanarya diyerek takım itiliyordu. Angel maçın hem hücum hem savunma yönünde etkili isimlerindendi. Büyük bir istek koyarak oynadığını hissettirmesi yanısıra sayılarından sonra tribüne dönerek gaz veren hareketleri ile karşılıklı iyi bir elektrik alışverişi yaşandı. Maç sonuna doğru salonun geri kalanı ayaklandırılarak karşılıklı Fenerbahçem benim biricik sevgilim yapıldı, tezahürat mola bitimiyle beraber sonlandırılıp hemen oyun akışına dönüldü. Maçta galibiyete yaklaşılırken yaptığımız "Fenerbahçe çok pis koyar.." o kadar coşkulu ve eğlenceliydi ki, yan taraftaki Eda şaşkınlıkla tribüne bakıyordu.



Bizim başkanın maç içindeki mola verir gibi işaretini yanımda duran biri daha gördüğünü söylemişti, ben hadi canım bir de taktik işlerine mi karışıyor desem de böyle bir resim çekilivermiş, mola mı istiyor yoksa teknik faul mü bilmiyorum.


Zavallı adnan polat ise takımının verdiği hüsranla kahrolurken, tribünden bizim sataşmalarımız yanısıra yükselen toplu tezahüratları da sineye çekmek zorunda kalıyordu. Maç sonu skorun garantilenmesiyle gene kümede kal temalarına dönüldü.


Sallasana mendilini... tezahüratı başladığı anda yan taraftaki Semih Özsoy tribüne dönerek yapmayın diye işarette bulunduysa da kimsenin durakladığı olmadı. güle güle, adnan polat el salla... vb. sataşmalarla kendisini uğurladık.




Maçın bitimiyle hemen sol köşeye taraftarların önüne gelen takımımız eller ortada kenetlenerek Fener-bahçe çekiverdiler, tribünden ise aşkınla olduk derbeder,bu sevgi bir ömre bedel,Fenerbahçeli olmanın gururu bizlere yeter... tezahüratı yükseliyordu.


Tezahüratlarla coşmuş taraftarları alkışlayan oyuncular karşılıklı tezahürat yapılmayacağı hissiyle soyunma odasına yöneldiler.


Diğer köşede ise rakip takım oyuncularının çıkışı ardından orada bir takım elektriklenmeler yaşanıyordu.





Yorgun bir halde soyunma odasına yönelen oyuncular bir kez daha tribüne çağırılınca önce uzaktan alkışla yanıt verseler de, biraz ısrarla taraftar önüne tekrar yöneldiler. Bu esnada üstlerden yükselen "döndük sahaya doğru,açtık ellerimizi...." tezahüratına katılım fazla olmadan kesiliverdi. Zira oyuncular zaten ayakta zor duruyorlardı, hızlı bir şekilde karşılıklı Sarı-Lacivert yapıldı, şampiyon Fener kısmında iki tarafında büyük bir gazla bağırması çok keyifliydi, pazar günü bu işi bitireceğimizi hissettirdiler.











Aynı taraftarının ve oyuncularının üzerlerindeki formalar tshirtler gibi sırılsıklam olmuş gömleği ile dikkat çeken Coach Lazslo Ratgeber; maç sonunda soyunma odasına doğru yönelirken önce sağ duvardibindeki taraftarlarla sıcak diyaloğa giriverdi, daha sonra Mustafa Özben'in yanına gelip röportaj için onu çağırmasıyla kameranın olduğu köşeye hareketlenirken, sol taraftan yükselen "Ratgeber Ratgeber i love you Ratgeber" tezahüratlarıyla, elindeki ceketini yere bırakıverdi. Bir an bu sahneyi görünce hoca secde mi edecek diye şaşırdım ama daha güzelini yapıp taraftara saygıyla selamla tapınma hareketi yapıverdi. Yerden ceketini alıp köşeye giderken önlerden ilgi devam edince yumruğunu kalbine vurarak taraftarlara aynı şekilde karşılık verdi.


Tribündekiler dağılmadan önce bir baba hindi yaparak akşamı tamamladılar.


Umarım pazar günkü maçta aynı şekilde herkesin akıttığı terin hakkının şampiyonluk kupasıyla ödüllendirileceği bir gün olarak sezonu tamamlarız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder