26 Şubat 2011 Cumartesi

Fenerbahçe - Sparta&k Moskova 78-86 (Salondan İzlenimler)


Aylarca yırtınarak haklı bir şekilde ele geçirdiğimiz iç saha avantajını Caferağa'da spartak moskova'ya teslim ediverdiğimiz akşamda, ilk devre ile ikinci devre sanki iki ayrı maç yapmışız gibi bir performans sergilememiz herkesin moralini bozuverdi.

(Yazıyı yazmaya başlamıştım ama üstüste gelen maç yoğunluğunda bitirmeye fırsat olmadı, şimdi elensekte bari bir yere kadar yazmışken tamamlayıp arşive ekleyeyim dedim)

Kaç senedir önümüze taş koyan spartak ile bu sefer daha iddialı bir vaziyette karşılaşıverdik. Her ne kadar hacettepe doping merkezinin yarattığı skandal yüzünden en önemli yıldızlarımızı kaybederek güç kaybına uğradıysakta, en azından takımın dirayetli mücadelesine ve evsahibi avantajımıza güveniyorduk.

Soğuk,yağışlı bir akşamüstünde, caferağa'da kapılar saat altı gibi açılmış olsa gerek, ben altı buçuğa doğru gittiğimde kuyruktakiler hızlı bir şekilde eriyordu. Geçen derbi maçına kıyasla ortada ne bir polis ne bir önlem vardı, herkes normalde olduğu gibi istediği sayıda bilet alıp giriyordu, üçüncü maça kalabilir diye bir tane fazladan bilet alıverdim.

Kuyruktayken gelen servis aracından bizim takımın oyuncuları iniverdi, alkışlar eşliğinde taraftarın kullandığı kapıdan içeri girdiler. Ben içeri girdiğimde ise ruslar geliverdi, yanımdan geçip giden upuzun kızlara bakakaldık.

Biraz rahatsız olduğumdan salonun sol tarafında hoplayıp zıplamaya niyetim yoktu, bu defa sağ duvardibindeki tanıdık ağabeyler arasında izleyeyim dedim. Aslında yıllardır belki de sanırım 2002de italyan takımı barilla famillia gibi bir ismi olan bir takıma karşı oynadığımız maçtan beri sağ duvar tarafında maç izlemişliğim olmamıştı, hep ayak alışkanlığıyla sola yöneliyordum.

Etrafta koridorda falan tanıdıklarla zaman geçirirken, spartak oyuncuları üzerlerinde futbol forması gibi duran tshirtleriyle ısınıyorlardı.

Koridorda gördüğüm Nedim Karakaş'a perşembe olympiakos maçında girişlerde bütün kapıların açılması gerektiğini yoksa kuyrukların maç saati çok sıkışacağını söyledim, hem de efes-banvit gibi deplasman taraftarlarına ayrılan koltuksuz taraftar tribünün arkasındaki yer nedeniyle bizim taraftarın düzeninin bozulduğunu anlattım, ama bunun emniyetin kararı olduğunu söyledi.

Sağ tarafta sahaya inilen basamakların oraya yakın olduğumuz gelen geçen çok oluyordu, Didem Akın'da selamsız bakışların arasında sahaya inip, rakip koç ve bazı oyuncularla öpüşerek selamlaştı, pokey chatman ile ayaküstü sohbete koyuldu.

Maça yakın vakitte çantasıyla gelen ağabeyin bir bayrak arkasına gizleyerek kurduğu akülü havalı korna sistemini test etmeye başladılar. İlk çıkan sesle beraber sahada ısınma hareketleri yapan rakip oyuncular rahatsız olup cins bakışlar atmaya başladı.

Salon müdavimi ağabeylere hatırlatınca, dört sene Ros Casares serisi zamanı sol tarafta tribün yaptıklarını ama o zamanlar gençtik, şimdi emekli olduk diye işi dalgaya vurdular, içlerinden bir tanesi de artık fotoğraf hobisine yoğunlaşmıştı, maç boyu etraftan kareler alıyordu.

Yan tarafımızda protokol ile arada kalan masalı kısma birilerini özel itinayla yerleştirmeye başladılar, çoğunluğu kız olan grubun rus takımının taraftarı olduğu anlaşıldı.

Sahadaki spartak teknik ekibindeki göbekli dayı çok dikkatimizi çekti ki, sonra baktım ki bayağı yunanistanda basketbol yöneticiliği kariyerli yunan/amerikan vatandaşı bir sportif direktörmüş, yanlarındaki sarışın asistan koçta amerikalıymış, maç sırasında pokey ile beraber bizi bayağı sinir ettiler, ilk devre boyu onlarla uğraştık.

Bir yandan onlara lafla sataşaraktan zaman geçerken, salon dolmaktaydı, böylesine önemli bir maç için daha hıncahınç bir ilgi olmasını beklerdim. Sol tarafa bakınca uzaktan anladığım kadarıyla çok kalabalık taraftar grubu ilgisi olmayınca üst taraflara doğru yığılma yoktu, çoğunluk önlere doğru birikmişti.

Maç başlamadan anonslar sonrasında herkes yılar Nevriye Yılmaz, Birsel Vardarlı ve Angel Mccoughtry tezahüratları oldu, birdenbire akıllarına gelmiş gibi birkaç oyuncuya tezahürat etmeleri ilginçti. Sahaya dizilen oyuncular alkışlandıktan sonra havaatışı ile rakibin hücumu gelince kornalar ötmeye başladı.

Tribünün sağ tarafı genel olarak yaş ortalaması yüksek izleyicilerle, ailelerle doluydu, üstlere doğru altyapı oyuncuları yerleşmişti. Bu tarafta kornalar öttürüldüğünden pek kimsenin efor sarfettiği olmuyordu, tezahüratlara katılım ise çok az, zaman zaman kısa bir coşku dalgasıyla oluyordu.

İlk yarı boyunca iki takımda garip top kayıpları yapsa da, skorda farkı açmaya başlamamızla keyiflenmiştik, rakip oyuncu ve teknik ekibe sataşmalar artıyordu. Pokey çeneni kapa, otur yerine, Didem Pokey'nin saçını çek vb..

Uzaktan tezahüratları dinlerken biraz hızlı söyledikleri daha net anlaşılıyordu, ama daha tezahürat değişiminde 10-15 kişinin girdiği ses daha oradaki kalabalığa yayılmadan bile sağ taraftan net duyuluyordu, bu salonun eski haline rağmen böyle bir akustiği var.

Devre bitiminde bütün oyuncular içeri gittikleri halde, Pokey ve asistanı, sportif direktörleri uzun bir süre saha içinde beklediler. İstatistik kağıdını almak için birisini görevlendirmek yerine hepsi bizzat kağıtları alıp ciddi bir ifadeyle inceleyerekten içeriye doğru yöneldiler, bizde ayaklanıp onlara laf atıverdik.

Rakip takımın teknik ekibinin, molalarda önce yarım dakika boyunca kendi aralarında oyuna göre taktik tartışması yapıp, daha sonra oyuncularına yönelmeleri dikkat çekiciydi.

İkinci yarı sol taraftakilerin yırtınırcasına bağırışları,ıslıklamaları atkıları sallamaları ile gerçekten ciddi efor sarfettiklerini daha net gördüm, zira salonun geri kalan kısmı gittikçe azalan farkla iyice siniverip gelişmeleri izliyordu.

Aynı şekilde sağ duvardibinde de birkaç kere anlık tezahürata katılım haricinde etki yoktu, oyunla ilgili yorumlar dönerken, koçun mola almamasından dolayı oluşan sıkıntıya tepkiler oluyordu.

Mola sonrası bizler inandık sizde inanın çağırısına karşın oyunun gidişatı değişmedi, hücumda kilitlenen oyuncular gibi bizde eriyen farkın ardından öne geçişlerini de görüverdik, az sayıdaki rus taraftar sevinerek atkılarını sallamaya başladı.

Maçın sonlarına doğru bozulan moral ve yorgunlukla oluşan ortamda tezahüratlar gittikçe cılızlaştı, birkaç hücumun sessiz geçildiği oldu.

Oyuncular bizim olduğumuz sağ tarafa hücum ettiğinden yüzlerini daha net görüyordum, hepsi gerilmişti, topu birbirlerine atıyor, Nevriye gibi bir oyuncu bile eline bomba gelmiş gibi şaşırıp bir başkasına aktarıyordu, eller titremekteyken bir türlü sorumluluk alabilecek bir sıcak el bulamadık.

Bu kritik anlarda Diana ve Penny'i ne kadar aradığımızı söylemeye gerek yok, hatta Penny'i daha çok aradık zira savunmada potadan seken toplarla verdiğimiz ikinci şanslarla gardımız düşüyordu, onun ribaund sezgilerine de ihtiyacımız büyüktü.

İkinci devre fark erimekteyken Pokey kenarda coştukça coştu, hoplaya zıplaya defence, hands up, box out diye bağıra bağıra takımıyla beraber kuduruyordu, sık sık saha içine girmesi kenardakilerin bağırışları falan tepki çekiyordu.

Çalınan kornalar, ıslıklar vs. fayda etmiyordu, rakip oyuncular neredeyse hiç faul kaçırmadılar, geriden gelip bizi vurup gittiler.

Onların sevincine eşlik eden bizim üzüntümüz ardından oyuncular sol tribüne çağırıldı, bu taraftar sizinle gurur duyuyor diye teselli edildiler.

Ardından protokole yönelerek başlayan protesto sesleri yükseldi, Taurasi Oley oley oley tezahüratları ardından federasyon istifa, atasü istifa haykırışları geldi. Biz de sağ taraftan akşam gazetesinden Penny Taylor kocasına kaçtı haberini yazan gazeteciye yönelerek kocana kaç Avni diye bağırıverdik.

Ben sol tarafa geçerek maç biteli 10 dakika olduğu halde salondan ayrılmayan kalabalık bir kitleyle beraber protestoya devam ettim. Protokoldeki başkan ve yöneticiler sıkıntılı ifadelerle yerlerinde oturup taraftarın protestosunu takip ediyordu, yeter artık başkan birşeyler yapın diye yandan bağıranlar oluyordu. Onlar ayaklanıp çıkıverdikten sonra biraz daha Taurasi oley... diye tezahürat dönüp çıkışa yöneliverdik.

Evsahibi avantajımızı bu defa da kullanamamış olmanın verdiği üzüntü ile dışarı çıktığımızda spartaklı oyuncu ve teknik ekip gruplar halinde servis araçlarına gitmekteydi, sportif direktörleri ile yanındaki oyunculara see you next week deyince, dayı "yaa sure" diye ironik cevap verdi, ben de zaten pek inanarak söylemediğimin farkına vardım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder