31 Ocak 2011 Pazartesi
İstanbul Üniversitesi - Fenerbahçe 81-93 (Salondan İzlenimler)
Avcılar kampüsünde geçirdiğimiz yıllarda o salonda bir türlü izleme fırsatını bulamadığım Fenerbahçe'nin, bu defa eski mezun olarak galip geldiği bir cumartesi gününü orada geçirdik.
Eskiden oraya gidip gelirken trafikte saatlerce çile ve masraf çekerken,şimdi metrobüsle bu kadar kolay ve ekonomik git-gel yapmak bizim öğrenciliğimiz adına şansızlık olmuş.
Altunizade metrobüs durağına kadar yürürken kar yağmasını gerektirecek kadar buz gibi soğuk ama yağışsız kuru havada donunca ne işim vardı evde sıcak sıcak otursaydım diye düşünmedim değil.
Yolda farklı duraklardan birkaç tanıdık daha katılarak Avcılar'a geliverdik, kampüs girişinde güvenlikçiler maça mı geldiniz diye birden önümüze dikilip üst araması yaptı, anahtarlıkları anahtarlarıyla beraber buraya bırakın çıkışta alırsınız demeleri garipti.
Salona vardığımızda maça 15 dakika falan vardı, bu yüzden biz içeri girişte bir bekleme problemi yaşamadık. Ancak orada bizden çok önce gelen bazı tanıdıklarla karşılaşınca saat ikiden beri dışarda soğukta bekletildiklerinden şikayet ediyorlardı.
Giriş kapısında duran kadın polis görevlisi girenlere Fenerbahçe tarafı mı İstanbul mu diye sorup yönlendirme yapıyordu, herhangi bir bilet satışı yoktu, giriş bizim okul zamanlarımızda olduğu gibi ücretsizdi, Fenerbahçe taraftarına bizim bench arkasındaki kısmı ayırmışlardı.
Fenerbahçe bench arkasında sola doğru olan kısımlara oturarak yerleşenler olduğu gibi, daha sonra pankartlarıyla girip o kısımda sağa doğru ayakta sıkışan gençlerde oldu.
Getirilen bez boyama pankartın felaket kokusu ortalığı sarıverdi, büyük ihtimal hemen önümüzde yedek sıralarında oturan oyuncuları da rahatsız etmiştir. Pankartta Avcılar GFB yazıyordu, bunun yanına Devils of GFB diye bir pankart daha asmışlardı.
Bu gençler bu tarafa gelip ayakta hoplaya zıplaya tezahüratlara başlayınca, bir grup poliste onların sağına doğru yerleşiverdi.
Salon dört tribünlü, hentbol da oynanacak şekilde duvarlarla dizayn edilmiş ufak bir yapıydı, en büyük kusuru koltuklarının dar ve garip yerleşimiydi, birilerinin arasından geçmek için öndekilerin de sırtına falan basmadan cambazlık yapmak gerekiyordu ki, dengesini kaybedip düşen çok kişi oldu, zaten gençlerin zıpladığı yerlerdeki bir kısım koltuk maç sonunda fazla hareketten dolayı yerlerinden çıkmıştı.
Daha önce hiç bir bench arkasında bu kadar yakın maç izlememiştim, koçun söyledikleri duyulabiliyordu, hatta rahat konuşsun diye tezahürat edenleri molalarda susturuyorduk.
Beleş maça gelen yakın bölgenin gençleri maç öncesi ısınmakta olan oyunculara tezahürata başladılar. Herkes yılar Nevriye Yılmaz ve Birsel Vardarlııı Birsel Vardarlı tezahüratlarından başka kimseyi tanımıyorlardı herhalde ki ilgileri o kadarla sınırlı kaldı.
Fenerbahçe taraftarına ayrılan kısım dolmuştu, sonradan gelenler farklı yerlere geçiverdi. Karşı tribünde ise koskoca üniversiteyi desteklemeye gelen üniversite öğrencilerinden kimse yoktu. İstanbul Üniversitesi altyapı spor okullarından ilköğretim çağı çocuklar herhalde antrenmanları sonrasında tribüne çıkmışlardı, heyecanla İstanbul diye bağırıyorlardı.
Bizim zamanımızda kampüste ders olan cuma günlerine konan maçlarda biraz ilgi olurdu, sağlam tribün yaparak galatasarayı beşiktaşı falan elleri boş yolladığımız olurdu ama Fenerbahçe maçları genelde cumartesiye ya da okulun kış tatil dönemine falan denk geldiğinden hiç izleme fırsatım olmamıştı.
Karşı tribünde toplanan ufaklıklar maç başladığı gibi Fenerbahçe hücumlarında ıslıklamaya, koltuklarına vurup gürültü çıkarmaya başladılar. Çabaları gerçekten takdire değerdi, top kendilerine geçince İstanbul şak şak şak İstanbul diye bağırıyorlardı, ama takımın kapasitesi bir yere kadardı.
Maça çok fazla bir konsantrasyon göstermek mümkün değildi, tribündeki gençlerde kafalarına göre bildikleri bütün besteleri söyleyerek devreyi tamamladılar.
Bizde oturduğumuz yerden kenara gelen-oyuna giren oyunculara alkış bravo gazlamaları yapıyorduk, atılan güzel bir sayıyla bütün oyuncularda alkışlıyordu.
Molalarda baktım ki önümüzde duran su şişelerinin hepsinin kapak üzerinde oyuncu numaraları var, herkesin şişesi farklıydı, malzemeci bunlara dikkat ediyordu.
Koç Ratgeber mola olunca bir süre yardımcısı ile fikir alışverişi yapıp oyunculara yöneliyordu, söyledikleri de "doğru zamanda doğru kişiye pas verin, boştaki oyuncuyu bulun yeter" gibi laflardı, her defasında taktik tahtasına birşey çizmiyordu, bazen lafla bazen taktikle molaları geçiştirdi.
Molalar sonrasında oyuncular eller ortada Fener çekince hemen ardından bizden alkışlar yükseliyordu.
Angel oyuna başlayıp bir süre sonra kenara geldiğinde, forma altında kırmızı tonunda bir tshirt giydiğini gördük. Sonra en sağ koltuğa oturdu, bugün pek keyifli gözükmüyordu.
Genç taraftarlar Ivana kenara gelirken ona büyük ilgi gösterip Matovic Matovic i love you Matovic diye tezahürat ta yaptılar.
İkinci periyot boyunca biz birkaç kişinin malzemesi İstanbul Üniversitesinin heyecanlı koçu oluverdi, sürekli çizgiyi aşıp orta sahaya geliyordu, hocaaa gir sen de oyna diye laf ata ata biraz onunla uğraşarak zaman geçirdik.
Zaman zaman farkın azaldığı, baskıdan top çıkartmada basit hatalar yaptığımız anlar oldu ama sonlara doğru isabetli şutlarla fark tekrar açıldı ve oyunculara alkışlarla devre arasına yolladık. Oyuncular giderken Caferağa cimboma mezar olacak diye bir sinyal verdik.
İstanbul Üniversitesinin dans kulübü öğrencileri gösteri yapmaya sahaya giriverdiler, onlar pek senkronize olamadan danslarını icra ederlerken, Fenerbahçeli genç taraftarlar İstanbul İstanbul diye alkış tuttular.
Devre arasında gene cambazlıklarla koltuklardan arkaya geçiverdik, bu arada protokolün bize yakın tarafında oturan Tammy Sutton Brown ile selamlaştım. Bu kız sivil kıyafeti atkısı şapkasıyla modayı iyi takip ettiğini gösteriyordu, yanında ise Fenerbahçe eşofmanlarıyla Devran oturuyordu. Tekrar geri hoşgeldin diyerek selam verince, elindeki telefonuyla mesaj yazmayı bırakıp, gülümseyerek aradaki birkaç koltuğa rağmen uzanarak teşekkürler diye el çaktı.
Sonra ligde oynamıyor musun nedir durum diye sordum. Yani sorduk sormasına ama öyle bir bakıverdi ki, nasıl anlatsam bilemiyorum çok karışık mesele gibisinden, yanındaki Devran'a döndü baktı, ikisi birbirlerine konuştular, meseleyi nasıl izah edeceklerini çözemediler, Devran lisans kontenjan meselesi derken Tammy bana dönüp "maybe,but i dont know yet" deyiverdi.
Anladım karışık mesele, tamam ama salı günü oynuyorsun değil mi dedim, evet avrupa kupasında oynuyorum deyince salı günü görüşmek üzere diye ayrıldım.
Büfelere doğru gidiverdik, biraz kalabalıktı, bu salonun büfeleri İstanbuldaki stad ve salonlardan daha ucuzdu, su 50 kuruş, tost 1 lira. Tuvaletler ise geniş ve tertemiz, Caferağa'dan bile daha büyük.
Yanımdaki arkadaş devre arasında İstanbul koçunun adı neydi acaba diye merak ediyordu, ona seslenirken adını bilmeden zor oluyordu. Oradaki ofis odanın içine girip yaşlı hocalardan birine soruverdim, Alper Durur diye yanıtladı, sonra bana bakıp güldü ne için sormuştun yoksa birşey mi oldu diye.
Devre arasında İstanbul Üni. bench arkasında gördüğüm neozepron'un yanına gidip sohbet etmeye koyulduk, bu arada ikinci devre de başlamıştı, ikinci devreyi de bu taraftan İstanbul oyuncularını gazlayarak geçirdim.
Bir yandan sohbet, bir yandan maça bakıyorken sahada ki Nevin Newlin'de bizim gibi oyunu izler vaziyette dolaşıyordu, açıkçası sezonun devamı için Tammy'nin ligde oynamaması durumunda böyle kritik bir yedeğin formsuzluğu endişe verici olur, bugün çok süre almasından dolayı katkısı oldu ama zayıf bir rakibe karşı direnci düşüktü.
Üniversitenin kısa boylu oyun kurucusu bana eskiden erkek takımımızda oynayan yararsız Keith Jennings'i hatırlattı. Bizim eski oyuncumuz Matee Ajavon ise benchte en solda sivil kıyafetleriyle oturuyordu, geçen sezon bizim kulüpte oynadığından, ertesi sene tekrar aynı ülkede başka bir takıma transfer olacağında hakları bize aitmiş (bu şart ülkedeki bütün yabancı oyuncularda geçerliymiş) o sezon bizden aldığı ücreti bonservis gibi bize ödemeleri gerekiyormuş. Onlar ise bizim kulüpten bu konuda özel izin almışlar, herhangi bir ücret ödememişler. Kulüpte bize karşı oynatılmasın diye bütün yabancı oyuncularla bu şekilde anlaşmaları zaten önceden yapıyormuş, böyle bir şart olmasaydı da Ajavon geçen hafta bir sakatlık yaşamış ve bu maçta oynayabilecek durumda da değilmiş (bu bilgileri Fatih sohbet sırasında anlattı)
Koç Ratgeber iddaa mı oynadı ne yaptı böyle gençleri sokmuyor bir türlü diye dertleniyorduk, bizimle oturup kamerasıyla çekimler yapan ağabey acaba gidip o tarafta arkadan fişeklesek mi diye bir fikir attı ama sonra vazgeçtik.
Şaziye giriyordu, çıkıyordu, giriyordu, çıkıyordu ama attığı şutlar nereden nerelere geldi diye herkesi hayret ettirecek kadar kötüydü.
Son beş dakika gençler girince alkışlarla haydi Özge, haydi Olcay gazlamaları...sonrasında son dakikalarda uzun bir sakatlıktan dönen Begüm'de alkışlarla giriverdi, az birşey oynayabildi.
FB tv muhabiri Aslı Duru tribündeki yerinden ayrılıp sahaya iniverdi, mikronu eline alıp hazırlanıyordu ama kameraman yoktu, herhalde sonra maçı çekenlerden biri gelecekti.
Fark son anlarda azaldı, bravo Alper hoca, bravo Paris falan diye bu tarafı da fişekleyip, iddaa handikapına göre kazanan İstanbul Üniversitesi oldu.
Ben arkadaşların yanına bıraktığım montumu almaya Fenerbahçe tribün tarafına geçtim, oradan bizim oyuncuları alkışlarla içeri yolladık, devre arası yaptığımız sinyali bu sefer gençler yapıyordu Caferağa cimboma mezar olacak diye bağırıyorlardı. Selamlayarak giden oyunculardan bazıları röportaj için kalmış, Horakova gibi birkaçı da taraftarların formasına imza atıyor, resim çektiriyorlardı.
Koç içerden çantasıyla çıkıp röportaj için genç oyuncularının yanında beklemeye başladı, etraftan seslenenlere selam veriyordu. Biz de Turanlar'a götürsek bu göbekle bize ne hesap çıkartır kimbilir diye geyik yapmıştık.
Salonda fazla oyalanmadan çıkıp metrobüse yöneldik, vakıfbank-eczacı büyük müessese derbisine de bir uğrayalım bakalım diyerek yola düştük, ikinci setin başına yetiştik.
Salı günkü Caferağa'daki maç okulların tatil dönemine de denk geleceğinden ilgi büyük olur,erkenden kuyruğa girmek gerekecek.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder